5 Haziran 2010 Cumartesi

Bölüm II - Kullanım Değeri ve Değişim Değeri

Ekonomi politiğin öğretisi, malların değeri üzerinedir. Ekonomi politik, insan yaşamının bu en temel değer yargısı konusunda bizlere ipuçları sağlar. Ve der ki, emek, bütün zenginliklerin kaynadığıdır. Emek, bütün zenginlerlerin ölçüsüdür. İki farklı nesnenin birbirleri ile aynı değerde olmaları, onların ortak bir temelde belirlenmiş aynı değerde emek içerdiklerini gösterir. Daha değerli olan bir nesnenin, toplumsal olarak belirlenmiş daha fazla emek içerdiği söylenir.[1]


İşte, şimdi bu ilk bilgiden; bir nesnenin değerinin emek ürünü oluşu bilgisinden ikinci bir ayrıma geçilebilir. O da, değeri olan bir nesnenin gerçekte toplumsal olarak belirlenmiş bir emek ürünü içeriyor olmasıdır. O halde burada bir başka sonuca daha varılır: Sözü edilen emek, gelişigüzel emek değil, ama değer yaratan, değer katan emek türü, yani toplumsal emek olmalıdır!

Bu ilk temel bilgiyi edinirken sonra artık devam etmek daha kolay olacak.

Yakından bakıldığında, bu konuda çok özenli bir yaklaşım gerektiği ortadadır; değer yasası toplumun tüm yaşamını etkiler. Ayrıca, değer kuramına ilişkin görüşler çok yalın ve açık iletilmelidir, çünkü bu niteliği ile Marksizm içinde en çok karışıklık yaratılmaya çalışılan alan budur. Marksizm'in geleceğe ilişkin kehanetlerden çok, bugüne ilişkin bilgilerin gün ışığına çıkartılmasıdır. Bu doğallıkla gelecek ile ilgili en fazla ipucu sağlayabilir; ama sonuçta insanlar, ancak karşı karşıya kaldıkları, yüzleştikleri sorunları çözümleyebilirler. Kapitalizmin bir zaman sonra erişeceği son aşamadan sonra olası gelişme seyri hakkında kehanette bulunmak, bilimsel çabanın dışında kalır. Bugünün çözümleri gelecek için bir ışık tutabilir, ama bunun kesin olmayacağı açıktır. Öte yandan, geçici de olsa, kapitalizmin yasalarının nesnel olduğunu unutmamak gerekir. Bu nesnelliği içinde, zaman ve zemine göre farklı biçimlerde de ortaya çıksa, özünde aynı kalan doğal yasaların var olduğu unutulmamalıdır. Bunun bir örneği, değer yasasıdır. Hatta kimi zaman bu nesnelliğin evrensel nitelik kazandığı durumlar olur. Tüm zenginliklerin kaynağı insan emeğidir. Kapitalist sistem için geçerli bu nesnellik, tüm diğer üretim tarzları, ilkel toplumlardan sosyalist düzene kadar olan toplum biçimleri için geçerli bir durumdur. Lenin'e göre Marksizm, insanlık tarihinin gelişimi içinde yer alan bütün düşünce ve eğilimlerin temelinde insanın içinde bulunduğu nesnel üretim koşulları olduğunu esas alır. Burada V.I. Lenin, Marksizm'in epistemolojik olarak temelde Marksizm öncesi toplumbilim ve tarih yazımı açısından çok farklı olan bir yöntem olduğuna vurgu yapmaktadır.[2]


Burada, değer ile K. Marx'ın tanımladığı biçimde, kullanım değerinin yakın ilişki içinde olduğu ve gerçekte bu kavramların insanın gündelik yaşamında yer aldığı anlatılacak. Toplu yaşam, belirli önyargıları içinde barındırır; yine de gerçekte nesnel var oluş içinde bir önyargılar yumağı içindedir. Hiç kuşkusuz, bu önyargılar, nesnel değerler ve nesnel varlıkların üzerinde yükselir. İnsan kendi çevresinde onunla ile doğrudan ilgili olan veya olmayan varlıklar ile bir arada yaşar. Bunların bir kısmı nesnel zorunluluk içindedir. Bazıları ise tinsel, moral değerlerdir. Bazı varlıklar hiç değer taşımaz. Bu bağlamda çıkan sonuç şudur ki, değer kavramı nesnel ya da nesnel olmayan biçimiyle belli bir topluluk yaşamına karşılık gelmelidir. Biraz daha karmaşıklaştırmak pahasına, son olarak şu söylenebilir: kapitalist üretim biçiminin egemen olduğu günümüz dünyasında bütün bu değerler ve zenginlikler, gerçekte tümü ile o toplumun nesnel ve öznel koşulları ile belirlenir; bu durum, kapitalist toplumda meta olarak karşımıza çıkar. Kapitalist toplumda değer taşıyan her şey metadır. Değeri olmayan varlıklar ise meta değildir.
 
Bu son söylenen, K. Marx'ın Kapital'deki ilk cümlesidir. Değer, ya da zenginlik, kapitalist ilişki biçiminde meta olarak kendini gösterir; yani, pazarda satılmak üzere üretilmiş bir değer içeren mal için meta tanımı yapılır. Burada bir başka ayrımdan da söz etmek gerekir: Meta, kapitalist için nihai amacı belirtir. Metanın yukarıda verilen tanımını tamamlayacak son bir nokta daha var. O da, kapitalist sistemde her emek ürünü olan bir malın mutlaka bir meta biçimine dönüşmesi zorunluluğudur. Emek ürünü olan metanın, aynı zamanda bir kullanım değerine de sahip olması gerekiyor. Bu konuda, ana başlık altında ileride daha ayrıntılı durulacak. Şimdilik, harcanan emeğin, bir değer yaratabilmesi için toplumsal olarak belirlenmiş özelliklere sahip olması gerektiğini belirtmek gerek. Sıradan bir çaba, rasgele yapılan işler sonucu üretilen ürün, bir değer kazanmaya yetmiyor. Harcanan emeğin toplumsal karşılığı olması, nitelikli olması, belirli kurallar içinde kalınarak harcanmış olması ve öngörülen hedefe yönelik icra edilmesi gerekli. Bu nedenle en başta, bu emek toplumsal karşılığı olması, belirli kurallar içinde kalınarak sarf edilmesi ve amaçlanan bir hedefe yönelik özgün bir süreç izlemesi gerekli.


O nedenle, bu emeğin bir tanımı olması gerek. Belirli koşullarda yapılacak falanca emek türü. Daha sonra, bu tanım içindeki emeğin nasıl harcanacağı, adım adım her aşamada belli kurallar dizisi olarak verilmiş olmalı. Bu, kuşkusuz, günümüz koşullarındaki çağdaş üretim biçimi için böyle. Ama bu genel niteliği, asırlardır büyük ölçüde değişmiş değil. Eski çağlardan bu yana olan süreç, en temel gereksinimlerini karşılayacak insan becerilerinin tümünü toplumsal olarak tanımlanmış ve kurallara, temellere bağlanmış durumda. Bugün de durum aynı. Değişen, emeğin makine kullanımı nedeniyle çok yoğunlaşmış olması ve verimliliğinin olağanüstü boyutlara varmasının ötesinde değil. Emeğin bu toplumsal niteliğinde bir değişiklik yok. Her dönem ve üretim tarzlarında aynı koşullardaki emek harcaması sonunda, aynı değerde kullanım özelliği olan mallar üretilmiş. Eski çağlarda bunlar, tümü ile kullanım değeri çerçevesinde değerlendirilmiş. Şimdi ise bu kullanım değerine, bir de meta olma özelliği ekleniyor. Bu yanılsama olmuş olabilir! Ama ileride, bize yardımcı olması amacıyla varılacak sonuç şu ki; toplumsal olarak tanımlanmış emek, özgün niteliğini koruduğu sürece, onun yarattığı kullanım değeri de özgün ve o toplumsal emeğe eşdeğer. Bu kaçınılmaz.

Kıyaslama Ölçütü
 
Marksizm'e yöneltilen eleştiriler, bu noktada odaklanır. Kullanım değerinin kıyaslanabilir, yani ölçülebilir olması gerekir. Hatta bizzat K. Marx’ın kendisinin bunu itiraf ettiği ve kullanım değerlerini birbirleri ile kıyaslanamayacak kadar önemsiz olduğunu söylediği ileri sürülür. Sonuçta bu durum, değer ile kullanım değeri arasında yapay ve geçersiz bir ayrıma giderek, pek çok karışıklığa neden olmuştur denmektedir.[3] Kullanım ve değişim değeri olarak malların ikili niteliği, K. Marx'ın öğretisinin temeli. K. Marx'a göre, kullanım değeri, değer kavramının anlaşılmasında başlangıç noktası. Açık anlatım ile ancak kullanım değeri olan bir metanın değeri olabiliyor ve böylelikle değişim sırasında pazarda yer alabiliyor. Ayrıca, malların kıyaslamasına temel oluşturacak ölçme, her ne biçimde olursa olsun, meta olarak üretilen bir malda var. Aynı malın bünyesinde bir başka kıyaslama, ya da değerlendirme ölçütü olması anlamsız. Kullanım değeri için kıyaslama önem taşımıyor; kaldı ki, metanın ortaya çıkışı, birçok diğer faktörün yanı sıra, bu kullanım değerini de göz önünde bulunduruyor.
 
Kullanım değerinin varlığı, o mala tüketicilerden bir talep olması demek. Daha sonra da, aynı önerme doğrultusunda şu açıklama getirilir: Herhangi bir malın bedeli, onun kullanım değeri ile çok yakın ilişkili. Bu şu demek: bir meta için tüketicilerden gelen talep ne ölçüde fazla olursa, o malın fiyatı da o kadar yüksek olacaktır. Metaların fiyatları, talep ile o malın arzı arasında oluşan denge koşullarında belirlenir. Görülüyor ki, her ne biçim kazanmış olursa olsun, meta için temel olan ve ona değer katan kullanım değeridir. Bir malın üretimi için verilmiş emek miktarı önem taşımaz; bir malın değeri, pazarda ona olan talep ile belirlenir.
 
Kullanım Değerinin Somutlaştırılması Bir malın kullanım değeri, o malın yararlılığı ve sonuç olarak değeri için belirleyicidir. Bir nesnenin insan için yararlılığı, onu bir kullanım değerine sahip oluşunu gösterir. Bu yararlılık, malların niteliği açısından iki türlü olabilir. Birincisi, kimi zaman somut biyolojik, kimi zaman da soyut moral gereksinimi karşılama açısından bir tüketim aracı olmasıdır. Öte yandan, kullanım değeri bir tüketim amacı yanı sıra, bir üretime girdi olarak da bir yararlılık gösterebilir.
 
Demir, kâğıt, vs. gibi yararlı olan bir nesneye iki görüş açısından, nitelik ve nicelik açısından da bakılabilir. Her yararlı şey, birçok özelliğin bir bütünüdür ve bunun için çeşitli yönleri ile yararlılık sağlayabilir. Nesnelerin birbirinden farklı kullanım biçimini bulup ortaya çıkarmak tarihin işidir. Yararlı nesneleri niceliğini ölçmek için toplum tarafından benimsenen ölçüleri saptamak da böyledir. Bu ölçülerin farklı oluşunun nedeni, kısmen ölçülecek nesnelerin özelliklerinin farklı oluşundan, kısmen de alışkanlıklardan kaynaklanır. Bir şeyin yararlılığı, onun bir kullanım değerine sahip olmasına yol açar. Ama bu yararlılık, belirsiz bir kavram değildir. Demir olsun, kâğıt olsun veya elmas olsun, herhangi bir nesne nesnel olduğu için yararlıdır.
 
Kullanım değeri ele alınırken, her zaman şu kadar metre kumaş, şu ağırlıkta demir ve şu adet ayakkabı gibi belirli niceliklerden söz edilir. Nesnelerin kullanım değerleri, özel bir bilgi alanının, nesnelerin alış ve satışı ile ilgili bilgilerinin konusunu oluşturur. Bir başka deyişle, her insanın bir tüketici olarak bir nesnenin kullanımı hakkında ansiklopedik bilgisi olduğu varsayılır. Kullanım değerleri, ancak kullanım veya tüketim amacı doğrultusunda bir gerçeklik durumuna gelir. Bunlar, ayrıca toplumsal biçimi ne olursa olsun, her türlü servetin özünü oluşturur. Ne var ki bütün bunların yanında, kapitalist toplumda bunlar ayrıca bir değişim değerinin nesnel taşıyıcılarıdır.
 
Bütün bu anlatılanlar, oldukça karmaşık ve iç içe geçmiş bir ilişkiyi yansıtıyor. Günlük hayatta her zaman karşılaşılan ve genellikle de bir toplumsal emek ürünü olan çeşitli varlıkların insan toplumu ve tarihi için çok karmaşık ilişkileri bağrında taşıdığına tanık olunur. Kullanım değeri, genel bir ölçek, ölçme bilgisini barındırır. Aynı zamanda, varlıklarla ilgili ne kadar bilgi varsa tümü kullanım değeri içinde somutlaşır. Kuşkusuz, bir de toplumsal ilişkiler var. Bunların da kullanım değeri olan varlıklarda içselleştirildiği biliniyor. Varlıkların kendileri ve aralarındaki ilişkiler gerçekte tüm insanlığın bilgi zenginliğini oluşturur. Kabaca bilgi olgusu, varlıkların kendisi ve aralarındaki ilişkileri olarak tanılanabilir. Kullanım değerleri, toplumdaki her türden servetin özünü oluşturur. Bu demek oluyor ki, serveti oluşturan taşınır veya taşınmaz ne varsa, tümünün temelinde kullanım yararlılığı yatar.

Bunları şimdi tek tek ele alalım. İlk önce ölçek konusu. Şu kadar metre kumaş, şu ağırlıkta demir, şu sayıda ayakkabı. Bu ölçümler ne anlama geldiğini bilmek gerek. İlk olarak, en yalın anlatımıyla, sözü edilen bu miktarların birbirine eşit olduğu varsayılırsa, a metre kumaş, b ağırlıkta demir ve c sayıda ayakkabı birbirleri ile değiştirilebilir hale gelir. Buradan da anlaşılacağı gibi, bu üç farklı nesne, farklı birimlerde birbirlerine eşittir. Aralarında ne bir tür, ne sayı ve ne de akla gelebilecek herhangi bir başka ölçüt bazında birbirine denk olmayan üç farklı nesne, insan toplumlarının tarihi ilişkileri içinde ister mal değişiminin takas yoluyla yapıldığı ilkel topluluklarda olsun, isterse artık bilgisayarların kullanıldığı geliştirilmiş tarzların söz konusu olduğu çağdaş toplumlar olsun, birbirleri ile eşitlenebilmektedir. Bir an, bu mallara karşı toplumsal gereksinmelerin değişmediği ve yukarıda verilen her üç meta için belirlenen büyüklüklerin günümüzde aynı ölçeklerde kaldığı varsayılırsa, o zaman dün olduğu gibi, bugün de gerçekte bunların birbirine eşit olmasını sağlayan bir başka ölçütün varlığı söz konusudur demektir.

Aynı durum, basit bir geometrik ilişki ile de anlatılabilir. Bir çokgenin alanını hesaplama ve onu kıyaslamaya esas bir kıstas belirlemek için, çokgeni oluşturan üçgenlerden hareket edilebilir. Burada, üçgenin alanı, onun görünümünden tümüyle farklı bir şeyle, yani tabanı ile yüksekliğinin çarpılması ve sonucun ikiye bölünmesi ile tanımlanabilir.

İşte burada, evrensel nitelikte ve kullanım değeri ile belirli zaman ve mekâna bağlı olarak anlam kazanan, yani tarihsel açıdan evrensel olmayan değişim değeri gibi bir kavramın farklı iki yanı arasında bir ayrım olduğu görülür. Bu ayrım, değer yasası için temel olan bir durumdur: Farklı niteliklerde, ya da farklı kullanım değerinde olan şeylerin yani, a metre kumaş, b ağırlıkta demir ve c sayıda ayakkabı için ortak olan; o malların geometrik, kimyasal ya da başka bir doğal özelliği olamaz. Bu özellikler, nesnelerin, ya da özgül biçimiyle – kapitalist toplum için metaların –ölçülmesinde yararlanılır. Ve bu özellikler, salt onların değişimi aşamasında kullanılır. Kullanım değeri ile birlikte olan bu özellik, kullanım sayısı, büyüklüğü ve miktarı ile ilgilidir. İnsan gereksinimini karşılama özelliği, aynı zamanda bir büyüklük ile birlikte olabilmelidir. Şu kadar ekmek, bu kadar gram peynir. Ama nesnelerin değişimi – veya ileride anlatılacağı gibi, üretici ile tüketici arasında alış veriş konusu oluşturacak bir ölçü biriminin belirlenmesi– ancak onları kullanım değerlerinden soyutlama ile yapılabilir. Nesnelerin – metaların – değişiminde temel alınan ölçüt, onların kullanım değeri ile hiçbir biçimde ilişkili değildir. Yukarıdaki örnekte, üç ayrı kullanım değeri olan üç farklı nesne, aynı zamanda üç farklı biçimde ölçülebiliyor. Kullanım değerini ölçen aynı birim de olabilirdi kuşkusuz. Ama gerek nitelik, gerekse nicelik olarak farklı olan şeyler, yine bir çokgendeki üçgenler gibi eşdeğer bir değişimde temel oluşturan bir ölçeğe indirgenebilmektedir. Tümüyle farklı nitelik niceliklerde olmalarına karşın onlarda ortak olan her neyse, bu ortak özellik, onların kullanım özelliklerinden bağımsız, ayrı bir durumdur. F. Engele, özdeşlik yasasının metafiziğin temel yasası olduğunu söyler. a=a, her şey kendine eşittir. Oysa bir şey aynı zamanda hem kendisi, hem de bir başka şey olamaz. Soyut özdeşlik, ancak küçük ölçekli koşulların veya kısa zaman dilimlerinin söz konusu olduğu her günkü kullanım içindir. Ancak, doğa -ve kuşkusuz toplum bilimler- göz önüne alındığında soyut özdeşlik, tümüyle yetersizdir. Bu demektir ki, özdeşlik için bir nesnenin kendinden farklı bir nesne ile ölçülebilir olmalıdır. Çoğu bilimciler, özdeşlik ve farklılığın uzlaşmaz karşıtlar olduğunu sanırlar; oysa gerçek, bunların tek yanlı kutuplar olmasında değil, karşılıklı etkilerinde, farklılığın özdeşliğin içinde bulunmasındandır.[4] K. Marx'ın Kapital'de değer yasası ile bağlantılı olarak ele aldığı temel sorun budur.

Marksist değer yasasına karşı görüşler, kapitalist ilişkiler içinde kullanım değerlerinin ancak belli düzeyde kıyaslanabilir olduğunu ileri sürer. Bu nedenle, değişimin gerçekleştirilmesi öncesinde kullanım değerinin ölçümüne girişmek tutarlı değildir. Bu görüşleri ileri sürenler, kanıt olarak K. Marx'ın aynı yaklaşımı sosyalist toplum yapmaya kalkışmadığını söylerler, çünkü gerçekte kendisi de kullanım değerinin kıyaslanabilir olmadığını inanmaktadır.[5] Gerçekte K. Marx ve F. Engel’s için komünist toplumun ne olacağı hakkında görüş belirtmek ütopyacı bir yaklaşımdı ve böyle bir yaklaşımın bilimsel tutarlılığı olamazdı. Bu Gotha ve Erfurt Programlarının Eleştirisi içinde açıkça belirtmiştir. Komünist Manefesto'nun Almanca baskısına yazdığı önsözünde ise, ilk baskısında komünist toplum ile ilgili söylediklerinin göz önüne alınmaması gerektiğini belirterek bu kaygıdan hareketle bu tutumdan vazgeçmişlerdi.[6]

K. Marx'ın Yaklaşımı



Kullanım değeri ve değişim değerinin ne denli iç içe olduğuna bakarak bu ikisi arasındaki ilişkinin çok açık olmadığını söylemenin tutarsızlığı ortadadır. Özellikle de buna gerekçe olarak, K. Marx'ın sosyalist toplum ile ilgili bu konuda herhangi bir kehanette bulunmayışının gösterilmesinin kabul edilebilir olduğu kuşkuludur.[7] K. Marx ve Engels, izledikleri yöntemin ütopyacı değil, bilimsel olduğuna sıklıkla vurgu yapmaktaydı. Ama komünizm geleceği ile ilgili saptamaları, bu bilimsel yöntem içinde yaptıkları değerlendirmenin doğal bir sonucundan başka bir şey değildi. Kapitalist sistemin içine girdiği süreç, onu ister istemez bir çelişki ile karşı karşıya getirecekti: Bir taraftan işbölümü ve üretimin toplumsallaşması öte yandan tersine üretim araçlarının tek elde toplanması ile kendini gösteren çelişki. Bu süreç, kaçınılmaz olarak üretim araçlarının da toplumsallaştırılmasını zorunlu kılacaktı ki, bu komünist toplum demek olacaktı.

K. Marx, Kapital ile yaptığı ayrıntılı çalışmalar sonucunda, kâr oranlarının azalmasının kapitalizmin temel yasası olduğunu ortaya koyar. Buna göre, kapitalist süreç içinde sermayenin daha yoğun bir biçimde az sayıda kapitalistin elinde birikmesine yol açılacağı gibi, sermayenin kendini yenilemek için kaçınılmaz olarak kâr oranlarının azalması da aynı etkiyi yaratacak, üretim araçlarının giderek daha fazlası, sayıları azalan kapitalistlerin elinde toplanacaktı. Öte yandan sömürü oranının zorunlu olarak artması, bir noktada kapitalist sistem için üstesinden gelinemez düzeye ulaşacaktı. Marksist diyalektik yöntem, kapitalist üretim tarzı içinde bu biçimde oluşan çelişki sonucunda ortaya çıkan karşıtların birliğini öngörür; bu da kendini komünist toplum olarak ifade eder.[8]

K. Marx'ın gelecek ile ilgili tasarıları ve bu doğrultudaki önerileri, esas olarak diyalektik materyalist filozof olarak ortaya attığı önermeler olarak almak gerekir.[9]

K. Marx, Kapital ile ilgili çalışmaları kapitalizmin nesnel durumuna temelledirmişti. Onu Kapital üzerinde çalışmaya iten, kapitalizmin 1856 yılı sonlarına doğru ciddi bir bunalıma girmesiydi. O yılın sonlarına doğru uzunca bir zamandır spekülatif hareketlerle şişirilmiş olan ekonomide aniden ortaya çıkan güvensizlik sonucu yatırımlar azalmaya, altın fiyatları artmaya başladı. Kısa süre içinde Amerikan merkez bankasının iflasının ardından, İran ve Çin savaşları yanı sıra, Hint isyanı ile karşı karşıya kalan sömürgeci İngiltere'de merkez bankasının çökmesi bir dizi iflasları beraberinde getirdi. Bütün bu gelişmeler, K. Marx ve Engels'in devrimci anın yeniden olgunlaşması olarak yorumlandı. Gelişmeleri bir an önce yorumlama çabası içinde olan K. Marx, derhal işe koyuldu. Öyle ki, olayların çok hızlı gelişmesi nedeniyle, gerekli çözümlemeyi zamanında tamamlayamama endişesine kapıldı. En azından, çalışmasının ana çerçevesini oluşturma çabasına girişti. Ama yaptığı çalışmalar, onun bunun mümkün olmayacağını anlamasına yol açtı.Bu nedenle kendisine kısa ve uzun vadeli bir çalışma yöntemi belirledi. Birkaç aylık zaman süresi içinde kapitalist bunalımın ana hatlarını ortaya koyacak bir çalışma yapacaktı. Asıl çalışma daha uzun vadede gerçekleştirilecekti.

Görüldüğü gibi, K. Marx'ın izlediği her iki yol da, esas olarak kapitalist ekonomiyi esas almaktaydı. Gerçekten de, K. Marx, 1856 yılının sonlarında devrim anı olduğuna inandığı bir ortamda başlattığı çalışmaları yirmi beş yıl gibi bir süre geçmesine karşın tamamlayamayacak, çalışmalarının yayınlanmasını dostları üstlenecekti.

K. Marx'ın kapitalist toplumun çözümlemesi için yaptığı çalışmalara bir nokta koymaktan çekindiği görülür. Bunun tek açıklaması da, izlediği yöntem ile ilgilidir. Yukarıda da belirtildiği gibi, içinde yaşadığı dönemde kapitalizmin bunalımına yönelik kısa vadeli çözümleme yanı sıra, yaklaşımını çok kapsamlı ve bir anlamda evrensel kılacak ve tüm insanlığın ortaya çıkışından itibaren, artık içine düştüğü derin bunalım ile dağılmaya yüz tutan kapitalizme kadar olan serüvenini ele almayı tasarlamıştır. Bir bakıma, kapitalist sistem, tarihsel olarak o zamana kadar olan üretim tarzlarının bir birikimidir. K. Marx'ın kafasındaki komünist toplum ile ilgili tasarladığı şey, bu tarihsel gelişimin tümünün belirleyici olduğu bir sentez olmalıydı. Kuşkusuz, çalışmalarını bitirmekte acele etmemesinin bir nedeni de budur; başından beri doğru yoldadır; yani gelecek komünist toplum yapısını biçimlendirmek üzere insanlığın kalkış ve hareket noktasını belirleyecek tek yol budur.

K. Marx'ın yaptığı çalışmalarda kapitalist düzene özgü olmayan evrensel nitelikte olgular ağırlıktadır. K. Marx, değer yasasını kapitalist üretim tarzına özgü nitelikleri de dahil olmak üzere, en geniş biçimi ile alarak bu biçimde onun evrensel boyutlarını ortaya koymuş olmaktadır. Bu biçimde kapitalist düzen içinde olsun olmasın, insan gereksinimini karşılama çabasında kapitalist tarza özgü, ama ve evrensel nitelik taşıyan yasaları belirlemektedir. K. Marx'ın değer yasası ile bağlantılı olarak getirdiği belli başlı yenilik, onun üretimine katılan toplumsal olarak belirlenmiş emek değeri kuramıdır. Bunu söylerken, artık tümüyle kapitalist toplumu unutmuş görünür; bu komünist toplum için geçerlidir.[10]

İçerilen Ortak Özellik

Kullanım değeri olarak metalar, her şeyden önce birbirinden farklı niteliklerdir; ama değişim değerleri olarak yalnızca farklı büyüklüktedir ve sonuç olarak zerre kadar kullanım değeri içermezler. Demek ki, metaların kullanım değerini bir yana bırakırsak, yukarıda tanımlanan her birindeki ortak olan özellik, onların bir emek ürünü olmalarıdır. Farklı özellikte ve büyüklüklerde olan metalarda ortak olan budur. Ancak hemen eklemek gerekir ki, bu ortak olan özellik, her bir meta için özgün bir durum oluşturmaz. Gerçi, belli niteliklerde emeğin ortaya konması ile kullanım değeri ortaya çıkmaktadır; bir duvarcı ustası, bu konuda aldığı eğitim ve önceki deneyimi ve uygulamalarına dayanarak ortaya bir ürün koyar. Böylelikle, örneğin, bir ev yapılmış olur. Bu, özgün bir emek niteliğindedir. Ancak, bu biçimiyle tüm farklı kullanım değeri içeren metalar içinde ortak olamaz. Onun bir pasta yapan emekçi ile ortaklaştığı şey, duvarcı ile pastacının farklı niteliklerdeki emeklerinde de ortaktır; yani bunların soyut, toplumsal olarak belirlenmiş somut insan emeğine indirgenmeleridir. Metalar el değiştirildiklerinde, onların değişim değeri, kendi kullanım değerlerinde tümüyle bağımsız bir şey olarak ortaya çıkar. Bunların kullanım değerini soyutlarsa, geriye, yukarıda da açıklandığı gibi, değer kalır. Bu nedenle, metalar değişime girdiğinde, kendini değişim değeri olarak ortaya koyan öz, onların değeridir.

Ortalığı bulandırmak amacıyla ortaya atılan görüşlerin çoğu, Marksist değer kuramını hedef alır.[11] Değer kuramının hedef seçilmesinin belki en önde gelen nedenlerden biri de, K. Marx'ın Kapital'i yazarken kullandığı soyutlama yönteminin belirgin olarak kendini değer kavramının açıklanmasında göstermesinden kaynaklanıyor olabilir. Buradaki soyutlama düzeyi, gerçekten de tüm insan topluluklarının tarihsel var oluşunu belirleyen bu kavramın önemine denk düşecek biçimde temel ve aynı zamanda çok kapsamlıdır.

Bir kullanım değeri, ya da yararlı bir mal, bu nedenle, ancak içerisinde soyut insan emeğinin somutlaştığı, ya da nesnelleştiği için bir değeri vardır. Peki öyleyse, bu değerin büyüklüğü nasıl ölçülecek? Açıkça, bir metanın içerdiği değer, yaratıcı özün, yani emeğin niceliği ile ölçülür. Emeğin niceliği, onun süresi ile belirlenir ve iş zamanının ölçüsü de hafta, gün ve saat aracılığı ile tanımlanır.

Bu son anlatılan konuya yeniden gelinecek. Ancak bu bağlamda özellikle, değişim değerinin metanın değişim sürecindeki fiyatlandırılması ile ilgili olarak ayrıntılı bir biçimde ele alınması gerek.

Kimi zaman değer yaratma sürecinde, ortaya konan çalışmanın etkisinin göz önüne alınmadığını söylenir.[12] Bu nedenle de, toplumsal olarak tanımlanan emek anlayışının yanlış olması nedeniyle, metaların değerlenişinin eksikliğini ileri sürülür. Oysa değerin özünü oluşturan emek, her türden insan emeğidir. Bu toplumum ürettiği tüm metaların toplam değerinde somutlaşan toplam işgücü, çok sayıda işçinin tek tek işgücünün toplamını tanımlar. Ama bu toplam, sonuç olarak türdeş insan işgücü kitlesi olarak kabul edilir. Bu birimlerin her biri, toplumsal ortalama işgücü niteliğini taşıdıkları ve bu nitelikleri ile ilişkili oldukları sürece birbirlerinin aynısıdır; bir başka deyişle, bir metanın üretimi için ortalama olarak gerekli, ya da toplumsal olarak gerekli zamandan daha fazlasına gereksinme göstermedikleri sürece, biri diğerinin aynıdır.

Şimdi, üretim sürecinde, harcanan emeğin gerçekte bir çaba olduğunu, değer ölçmek için emek zamanının esas almanın gerçekte bu çabayı ölçmüş olacağını; oysa bu çabanın yarattığı etkinin gözden kaçırıldığını söyleyenlerin savlarını yeniden ele alalım. Soyutlama, bu tür ayrıntı olarak nitelenebilecek kavramları aşan bir yöntemi tanımlar. Gerçekte emeği ortaya koyan işgücü, özgür bir kullanımı anlatır. Herkesin kendine göre özgür bir çalışma yeteneği, becerisi ve temposu vardır. Bir işçi ne kadar tembel ya da beceriksiz de olsa, o metanın üretimi için o kadar fazla zaman harcanacaktır. Tam tersine, ortalama değerlerin üzerinde yetenekte olan işçinin üreteceği metanın büyüklüğü ya da sayısı da o denli çok olacaktır. Sonuç olarak, harcanan çabanın etkisi, doğrudan kendini göstermiş olacaktır. Burada, ayrıca etkinliğinin ölçülmesine gerek yoktur. İkincisi, bir malın üretimi için toplumsal olarak gerekli iş zamanı, o üretim dalı bünyesinde normal koşullar altında geçerli ortalama beceri derecesi ve yoğunluğunun yaratılabilmesi için gerekli olan zamandır. Örneğin, dokuma iş kolunda buharla işleyen dokuma tezgâhlarının ilk ortaya çıktığı dönemde belirli bir miktar ipliği kumaş yapmak için gerekli iş zamanı, belki yarı yarıya azalmıştı. Oysa el tezgâhında çalışan dokumacılar, aynı işi yine eskisi kadar zamanda yapmayı sürdürmekteydiler. Bu el tezgâhında çalışanların gösterdikleri çabanın etkinliğinde hiç bir değişiklik olmamasına karşın, o iş kolunda gerçekleşen bu değişiklikten sonra, emeklerinin bir saatlik ürünü, örneğin, artık yalnızca yarım saatlik toplumsal emeğe karşılık gelmektedir. Çalışma seyirlerini ne kadar artırsalar da, artık aynı süre içinde ortaya koydukları emeklerinin yarattığı değer, eskisine göre düşecektir. Bu gibi toplumsal değişmeleri yansıtan bir sürü etkiler vardır. Bu etkilerin ancak yapılacak bir soyutlama ile belirlenmesi mümkün olabilir.

Bölüm I - Değer Yasasının Yansımaları

 K. Marx, kapitalist üretim biçiminin tanımlanmasına yönelik yaptığı çalışmaları ömrünün yettiği ölçüde, önceden düşündüğü ve planladığı gibi başlattı ve tamamladı. Öyle olmasına karşın, birçoklarının yanı sıra, salt kapitalist üretim biçimini inceleme ile sınırlı kalması nedeniyle kıyasıya eleştirildi. İncelemelerinin, bu geçici dönemle ilgisi olmasının onun evrensel olmasını engellediği söylendi. Özellikle de, kapitalist toplum sonrası sosyalist dönemle ilgili olarak gerek ekonomik kategoriler, gerekse kuramsal düzeyde bir çalışma yapmadığı, yada yapamadığı, bu nedenle de kendinden sonra K. Marxist düşünce biçiminde büyük bir boşluk olduğu, vb. suçlamalar yapıldı.


Bu eleştirilere ileride yer alan bölümlerde yeri geldiğinde değinilecek. Şimdi, K. Marx’ın olgunluk döneminde, onun tüm zamanını kapsayan bu çalışmasının en azından bir bütün olduğunu düşünmek gerek. Onun ortaya atılan yeni düşünce sistematiği için zorunlu gördüğü bu bütünsellik arayışı, ona başkaca bir çıkış yolu bırakmıyordu. K. Marx, Kapital’in birinci cildini bitirdiği tarihte çalışmanın tümü için düşündüğü çerçeve içinde kalarak çalışmalarını yürüttü. Ama bu çerçeveyi tamamlamaya ömrü yetmedi. Belki bir anlamda bu çalışmasını bitirebilmiş olsaydı, bugün hazır şablon bırakmadığı için eleştirilen K. Marx bu sefer hazır şablon sağlamak ile suçlanacaktı.

Bu tür eleştirilerin dürüst ve içten olmadığı, salt karalama amacı taşıdığı açık. Çok çeşitli yöntemlerle yürütülen bu eleştirilerin ilginç bir özelliğine değinmek gerek. Tümü, K. Marx’ın bir bütün olarak kapitalist üretim biçimini anlatmada temel aldığı değer yasasında odaklanıyor. Değer yasası, salt kapitalist biçimi ile değil, ama genel olarak tüm üretim biçimleri için temel olan bir olgu. Ekonomi politiğin temel öğretisi bu. Yanlış anlaşılmasın, kapitalist üretim biçiminin eleştirisi değil. Ekonomi politik, bize insan ve insan toplumlarının varlığının temel ögesinin bir değer yaratmaya yönelik üretim olduğunu, emeğin ise bütün zenginliklerin kaynağı[1] ve bütün değerlerin ölçüsü olduğunu öğretmektedir.

Bölüm I - Değer Yasasının Yansımaları